← Arşive dön

Gelenekler Terk Edilirse Ne Olur?

2020-04-27 03:38:18

Her milletin o millete has özellikleri vardır. Atasözleri, deyimler ve en önemlisi gelenekleridir.  Yüzyıllardır tekrarlanarak nesilden nesile aktarılan ve artık herkesin ortak değeri olarak yaşayan birer hazinedir.

Birde bu topraklarda yüzyıllardır cirit atan ve milletimizin benliğini yok etmek üzere faaliyette bulunanlarca ortaya atılan ve benliğimize işleyen ve milletimizin hasletleri ile bağdaşmayan uydurma sözler vardır ki bunlar bünyemizle bağdaşmadığından bünyeden atılması için herkesin mücadele vermesi gerekmektedir.

Mesela bal tutan parmağını yalar diye bir söz vardır ki Türk atasözü olması mümkün değildir.

Bir de devletin malı deniz, yemeyen keriz gibi devlet ve millet düşmanlarınca bünyemize bir virüs gibi sokulmuş uydurma sözlerin gerçekliği yoktur.  Peygamberimizin devlet malından bir hırka aşıranın namazı kılınmaz hadisinden rahatsızlık duyanlarca uydurulduğundan şüphe yoktur.

Tabidir ki cehaletin yaygın olduğu toplumlarda varlığı ıstırap veren, akla ve mantığa ters gelenekler yok mudur, elbette vardır. Derhal terk edilmelerinde toplum için sayısız yararlar vardır. Adı töre olan ancak içinde acı ve gözyaşından başka bir şey bulunmayan insan fıtratına aykırı uygulamalar.

Din, dil, ortak vatan ve gelecek birliği toplumları bir arada tutan en önemli çimentodur.  Zaman zaman toplumda kendini gösteren fikir ayrılıkları toplumun ortak değerlerine dair bir tehlike ortaya çıktığında toplumda birlik beraberlik en üst seviyeye çıkarak toplum kenetlenir. Bu durum yalnızca bize has bir özellik olmayıp bütün toplumlarda aşağı yukarı aynı refleksler görülmektedir.

Ancak bunun dışında toplumumuzda bize has belli özellikler vardır ki; bizi biz yapan değerler geleneklerimiz aracılığı ile nesilden nesillere aktarılarak kuşaklar boyunca devam etmektedir.

Mesela bizim milletimizde büyüklerin yanında sigara içilmez, büyüklerin eli öpülür. Bayramlarda büyükler ziyaret edilir, çocuklara harçlık verilerek sevindirilir.

Bunlardan biri de içinde bulunduğumuz ramazan ayına has bir gelenektir ki devam edip etmeyeceği yönünde bir tartışma yeniden gündemdedir.

Ramazan davulcusu... Her mahallede bir ramazan davulcusu sahura yakın davul çalarak mahallede dolaşmakta ve halkı sahura uyandırmaktadır.

Bu geleneğin artık gereksiz olduğunu, zira teknoloji çağında insanların ramazan davulcusuna ihtiyaç duymayacağını ayrıca oruç tutmayan insanların varlığı düşünüldüğünde oruç tutmayanlar açısından bunun bir eziyet olduğunu dile getirmekte ve artık bu geleneğin terk edilmesini ısrarla savunmaktadır.

Ramazan’da davul çalma geleneğinin devamını savunan kesim ise bunun milletimize has bir özellik olduğunu, ramazanla birlikte bu geleneğinde yaşatılmasının önemli olduğunu, şayet terk edilirse kuşaklar arasında geleneklerin aktarılması yönünde gelecek kuşaklara yönelik görevimizi eksik yaptığımız sonucu çıkarılarak milletimize has güzel geleneklerimizin yavaş yavaş birer ikişer terk edilerek başkalaşacağımızı savunmaktadır.

Bu tartışmada her iki görüşü savunanlarında haklılıkları olduğundan kesin doğru bir sonuca varılamayacağını, kesin doğru gibi bir şıkkın bulunmadığını belirtmekle birlikte doğru yaklaşımın geleneklerimizi devam ettirmenin millet olarak bir görev ve sorumluluğumuz olduğunu, ramazanda davul ile sahura uyandırma geleneğinin de bu çerçevede devam ettirilerek yok olmasının önüne geçilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Yerine yenisini koymadığımız sürece birer birer terk ettiğimiz geleneklerimiz unutulduğunda millet olarak değerli bir hazine gibi sahip çıkmamız gereken değerlerimizi yitirdiğimizi anladığımızda her şey için geç olacaktır.

Gelenekler o kadar önemlidir ki hukukta ortaya çıkan bir meselede eğer uygulanacak kanun hükmü bulunmazsa geleneklere bakılması zorunluluğu vardır.  Bir de bu tür uygulamalarla oluşmuş teamüller. Uygulana uygulana yazılı olmasa da kural niteliği kazanmıştır.

Gün bugündür. Yaşayalım. Yaşatalım.