← Arşive dön

Karagöz

2020-05-10 18:30:05

Bir önceki yazımızaKaragöz bahsiyle kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Karagözdeki estetik değerlerin hepsi teknik zorundan doğma değildir. Bunlar arasında Türk ulusuna özgü olan anlayıştan doğanlar da vardır. İşte Osmanlıca’da “Tayy-ı mekân” sözü ile açıkladıkları oluş böyledir. Gölge perdesi yakınlık uzaklık tanımaz. Bu perde bomboştur. Ama her yeri bir uzaklıktır. Bu perde üzerinde her şeyi kurmak, bir anda her şeyi yok etmek eldedir. Karagöz perdesi sonsuz bir olurluk alanıdır. Tıpkı düş dünyası gibi. Düş perdesinde niceliği anımsatabilecek hiç bir şey yoktur. Düş perdesi nicelik dünyası değil, nitelik dünyasıdır. Bu özellik Karagöz oyununun en önemli özelliklerinden biridir. Bu anlayış yine sanatın ilkel anlayışına girer. Çünkü ilkellerle anatomi, perspektif bağlar gibi bağlar yoktur. (Baltacıoğlu)

Karagöz oyunu, çağdaş Batı tiyatro türleriyle bu anlamda benzer teknik özellikler gösterir. Bu benzerliklerden ilki Karagöz’deki perde gazeliyle verilen dinî ve tasavvufî öğüdün epik tiyatroda da benzer şekilde kullanılmasıdır. Epik tiyatroda ilk olarak bir anlatıcı çıkarak oyunların asıl felsefesini anlatır. Bir noktada, açıkça ideolojik mesaj verir. Seyircinin olayın etkisinde kalmaması gerektiğini belirtir ve oyunların temelinde yatan gerçekleri ortaya koyar. Karagöz'de okunan perde gazelinde de, “bezm-i irfan”a gerçekleri anlatmak, mum yakarak insanların göremedikleri sureti “ibretnüma”yı seyredenlere göstermek amaçtır. Oyunun amacı baştan belirtilerek, neyi amaçladığı da böylece aktarılmış olur. Perde gazelinin amacı oyundan alınacak ibreti açıklamak ve dünyanın Allah tarafından yaratıldığını ihsas ettirmektir. Kalıplaşmış perde gazellerinin pek çoğunda, gölge oyununun kurucusu Şeyh Küşteri'ye de dua edilir ve sonra muhavereye geçilir. Bu bölümüyle oyunların, çocuk oyunları olmadığı anlaşılır. (Töre)

Osmanlı toplum yapısının ve günlük yaşamının bir panoramasını sunan Karagöz, estetik açıdan Açık Biçim-Göstermeci Tiyatro'nun biçimsel yöntemleriyle bu içeriği harmanlar. Başta sıralanma ve tekrar motifi olmak üzere parçalardan oluşan yapısı, iki boyutlu tip kişileştirmesidir.  Müzik ve dansla kesintiye uğratılan durumlar, sıçramalı zaman ve uzam, ironik ve yergisel güldürü, grotesk ve fantastik olanın sonsuz ve zengin olurluk alanıdır. Oyunsuluk-tiyatrallik, ya da her şeyin varsayımsal bir değer taşıması, oyuncu seyirci organik bağı ve bütün bu öğelerle yaratılan eğlence atmosferi gibi özellikler Karagöz'ün açık biçim'de sunulan bir tiyatro olduğunun göstergeleridir.

Metin And;  geleneksel tiyatromuzla  açık Biçim arasındaki üslup benzerliğini açıklarken Wölfflin'e atıfta bulunarak, sanat yapıtlarında var olan birbirine karşıt iki önemli biçimden söz eder: Kapalı Biçim veya Tektonik Yapı ve Açık Biçim veya Atektonik Yapı; “ Wölfflin'e göre kapalı biçimle az ya da çok ölçüde tektonik araçlarla sanat eseri kendi içinde sınırlanmış bir görünüşe sokulmuştur. Bu görünüş eserin her yerinde kendi kendini anlamlandırmaktadır. Bunun tam karşıtı olan açık biçim ise kendini aşarak ileriyi gösterip, sınırlanmamış olarak etkili güce sahiptir ”.

Tektonik(Kapalı) ve Atektonik(Açık) karşıtlığına bağlı alt ve yan karşıtlıklar da olduğunu ekleyen And, bu karşıtlıklardan birinin Merkezcil Yapı'yla, Merkezkaç Yapı karşıtlığı olduğunu belirtir; “ Merkezcil sanat eseri saptanmış bir merkezden gelişir. Bu odak noktası veya eksenden ayrılan her hareket noktası yeniden mıknatısla çekilmiş gibi aynı yere dönmeyi gerektirir. Merkez kaçta ise eserin unsurları merkez noktasından sürekli dışarıya kaçmaktadır. Gene bu karşıtlıklarla ilgili olarak eserin çevre çizgisinin çentikli, sıçramalı, içli dışlı, girinti çıkıntı göstereni de düşünülebilir ”.

Açık biçimde aksiyon, kapalı biçimde olduğu gibi tek ve düz bir çizgide kapatılmış değildir. Birçok olay yan yana bulunur ve bunlar kendi içlerinde az veya çok süreklilikten yoksundurlar. Kapalı biçimdeki yer ve zaman birliğine karşın, açık biçimde yer ve zaman çokluğuyla birlikte sıçramalar da vardır. Açık biçimde aksiyon sürekli bitişe doğru gitmez, kimi kez kesilerek, belli bir gelişmeyi izlemeden, aynı değerdekileri sıralayarak yürür. Bu sıralanma ve tekrarlanma sonsuz bir çember, dairesel bir yapıyı beraberinde getirir. Dolayısıyla kapalı biçimdeki oyunun finaliyle tamamlanan bütünleme noktası oyunun içine dağılır. Bazen başta, bazen ortada, kimi zaman da sondadır bütünleme noktası. Birbiri üstüne yığılan sahnelerin ya da durumların toparlanması sahnede olur.

Karagöz oyununda oynatılan tasvirler, ışığı geçirme özelliğine sahip deve derisinin usulünce kesilip boyanmasıyla elde edilir. Oyundaki her karakterin kendine özgü giyim kuşamı, konuşması ve kişiliği vardır. Tasvirler, bu özellikler dikkate alınarak oluşturulmaktadır. Karagöz oyununun başlıca kişi tasvirleri, oyuna adını veren Karagöz ve Hacivat’tır. Karagöz, eğitim görmemiş ancak zeki, serbest huylu, kararsız, rahat davranışlı, gözü pek bir halk adamıdır. Hacivat ise biraz mürekkep yalamış, medrese Osmanlıcasıyla konuşmaya çalışan, nezaket düşkünü, içten pazarlıklı, nabza göre şerbet veren yarı aydın tipinin bir karikatürüdür. Bu ikisinden başka; zengin bir mirasyedi olan Çelebi. Argo konuşmaları ve naralarıyla zorba bir tip olan Tuzsuz Deli Bekir. Kısa boylu ve İstanbul Türkçesiyle hızlı hızlı konuşan yaygaracı bir tip olan Beberuhi.  Sürekli uykulu bir halde gezinen afyon bağımlısı Tiryaki; herkesle her an dövüşmeye hazır, hilekâr Matiz; adı üzerinde belalı bir kabadayı olan Külhanbeyi; eşkıya söylencelerinin temsilcisi olarak gösterilen Efe ve oyundaki kadınları temsil eden Zenne Karagöz oyununun başlıca diğer tipleridir. (And)

Bunlardan başka Türk, Kayserili, Kastamonulu, Karamanlı, Eğinli, Laz, Kürt gibi Anadolulu tipler; Acem, Ak Arap, Zenci Arap, Rumelili, Arnavut gibi ülke dışındakileri temsil eden tipler; Frenk, Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrimüslim tiplemeler Karagöz oyununa dahil edilmiş diğer karakterlerdir. Bu saydıklarımız kadar olmasa da oyunlarda eğlendirici özellikleriyle yer bulan köçekler, çengiler, kantocular, hokkabazlar, cambazlar, curcunabazlar; büyü güçleriyle ünlü cazu adlı cadılar; doğaüstü özellikler gösteren cinler, şeytan, canavarlar, yılanlar ve ejderha da bazı oyunlarda karşımıza çıkan diğer karakterlerdir. (And)

Resim-1 (Sevin)

Karagöz oyunlarının üç temel niteliği vardır. Bunlar güldürücülüğü, toplumsal ve siyasal taşlamacılığı ile açık saçıklığıdır. Oyunlarda devrin tepki gösterilen olayları ve durumları çeşitli söz oyunlarıyla bir güldürü nesnesine dönüştürülerek yerilmiştir. Hayalbaz, bu hicivleri kimi zaman bazı sözlerle maskeleyerek, çoğu kez de doğrudan doğruya açık bir biçimde yaparak izleyenleri güldürerek düşündürmüştür. Karagöz oyununda Osmanlı kültür ve sanatının tüm unsurları şiir, anlatı, müzik, şarkı, dans, renk ve hareketin bir gösterimde bir araya gelip güzel bir mozaik oluşturması suretiyle hayat bulur. Gerçek ve yapıntı olarak ikiye ayrılan oyunların kaynakları; çağın olayları, günlük yaşayış, gelenek ve görenekler, batıl inanışlar gibi çeşitli eğilimler etrafında oluşturulmuştur. (And)

Divan şiiri, halk şiiri, tekke şiiri; divan müziği, halk müziği; sanat dansı ve halk dansı; sözlü edebiyatın tüm söz oyunlarıdır.  Tekerlemeler, yanıltmaçlar, bilmeceler, gerçeküstü öyküler, kılıklamalar, çene yarışması, tersinleme, yerindesizlik, abartma, lafçılık, ad oyunu, cinas oyunu ve özellikle oyun sonuna kadar devam eden ikiz anlamlılık ve benzeşleme söz oyunları Karagöz oyununda var olan temel unsurlardır. Ayrıca Karagöz oyunlarında olağanüstü değişimler, olağanüstü yaratıklar, sihirbazlar, cadılar, bir yarışmayla bir engeli geçip sonuca ulaşma, yalan, tılsımlı sözler, simgelerle konuşma, kılık değiştirme gibi çeşitli masal motiflerinin izlerine de rastlanmaktadır. (And)

Cadı, Şeytan, Büyücü Kadın, Cin, Büyücü Hoca gibi tiplemeler Hacivat-Karagöz oyunlarında az da olsa göze çarpmaktadır. Büyü gücüyle olağandışı ve kötü işler yapan bu tiplemelerin ve batıl inanışların yansıtıldığı oyunlar ise Cazular, Kanlı Kavak (Kudret, 1968), Cazular oyununda cin çarpıp Karagöz eşek, Hacivat keçi olunca, bunu iyimserlikle yorumlarlar. İyi-kötü karşıtlığı gölge oyununun özünde bulunmaktadır. (And)

Resim 2- (Sevin)

Gölge oyununun İslamlık dışı çağlarından kalma bu tabiatüstü veya dışı unsurları, Yazıcı Oyunu, Ferhatla Şirin, Kanlı Kavak gibi bazı oyunlarda görülür. Büyücülerin yılanları, ejderleri vardır. Fakat sonları iyi bitmesi gereken komedilerde bunların foyalarını çok zaman adaletin, düzenin sembolü olan Efe meydana çıkarır. Bu bakımdan Osmanlı devri Hayal Oyunu, bu türlü hayali varlıkların kutsallığına inanan Budist Gölge Oyunu aksine realisttir; oyunun sonunda mutlaka bunların hile olduğunu meydana çıkarmayı dini vazife bilir. Zaten Budistiliği muhafaza edenlerin gölge oyunundaki tipler yarı hayvan yarı insan fantastik tiplerdir. (Resim 1,2,) Bizim tipler insandır. (Sevin)

Arap mitolojisindeki Cinlerde diğer toplumların inancındaki Cinler gibi değişik canlıların görünümlerine bürünebilmekte, özellikle yılan, keçi, güvercin, köpek vb. canlıları tercih etmektedirler. Burada görünüm değiştiren bazı Cinlerin şekline büründüğü hayvanda, simgesel olarak bazı yarı tanrıları çağrıştırmaktadır, örneğin güvercin aynı zamanda Lat adlı yarı tanrıçayı temsil eden hayvandır, İslam sonrası dönemde Lat adına söylenen efsanelerden hareketle Cinlerin güvercine dönüşebildikleride anlatılmak istenmiştir aslında. Hz.Muhammed'in hicreti esnasında sığındığı mağaranın ağzındaki Güvercin fenomeni bir yerde yarı tanrı Lat ile özdeşleştirilebileceği gibi aynı zamanda Müslüman bir Cin’in yardımı olarak da görülebilir. Kaldı ki aslında Lat adına İslam tarihçilerince tanımlanan put gerçekte bir kurban sunağına ait sunak taşıdır, yani kabile totemidir en basit tabirle. Gene aynı şekilde monoteist dinlerde ortak yaratılma efsanesinde yer alan yılan fenomeni de benzer bir şekilde tasvir edilmiştir, kökeni ise Sümer yaradılış efsanelerine kadar gitmektedir. Cinlerin şekil değiştirmelerindeki ana amaç İnsanlara kötülük etmek, onları yoldan çıkarmak ve kötü birisi yapmak olmakla beraber onlardan faydalanmak içinde bir araçtır. Örneğin İnsan kılığına girip kadınlara tecavüz etme, köpek vb. canlı kılığında çocukları kaçırma ve yeme, yılan vb. kılıkta öldürme gibi kötülükleri yapabilmek için bir araçtır şekil değiştirme. Cinler bir çok toplumda özellikle Yılan vb. sürüngenler olarak tasvir edilmişlerdir, bu inanç İslam içerisinde devam etmiş ve Kuran dahil bir çok yerde Cin ile yılan aynı şekilde adlandırılmıştır.

Cinler, hastalıklara sebep oldukları gibi İnsanlar’ın, delilik, sara vb. bazı hastalıklara yakalanmalarında en büyük etkendir, daha doğrusu bu hastalıklar o dönemde hastalık olarak değilde cinlerin çarpması vb. nedenler olarak tanımlanmışlardır. Neredeyse bütün akıl hastalıkları Cinler’in İnsanı ele geçirmesi yada çarpması olarak tanımlanmıştır. Cinler İnsanları kaçırıp köle olarak çalıştırabilmekte, onları yiyecek, cinsel partner, yapacakları kötülüklerde araç olarak kullanabilmektedir. Özellikle yeni başlangıç olarak tanımlanan, yeni evliler, logusa kadınlar, çocuklar saldırmak için tercih ettikleri ve en sevdikleri kiteleyi oluşturur. Belli mekanları sahiplendikleri gibi, her evin ve her kabilenin bir Cini vardır. Politeizm öncesi dönemde esinlenme olarak tanımlanan edebi ve düşünsel yaratım süreci, Arap mitolojisinde şairlerin şiirlerini yazmak için bir Cin kullandıkları inancı ile tanımlanmıştır, yani günümüzde esin perisi olarak soyut bir kavram şeklinde yaşayan inancın kökeninde yatarlar. Uzun bir dönem Hz.Muhammed de bir Cin tarafından söylenen şiirleri okuduğu şeklinde anlaşılmıştır, gene aynı inanca paralel olarak Cinler’in dinsel bir takım söylemleri İnsanlara aktardıkları inancı da Hz.Muhammed'in peşini bırakmamıştır.

Cin kavramı İslam mitolojisinde; Cin adıyla bir surenin bulunduğu Kuran'da cinne, can ve cin kelimeleri geçmektedir. Bunlardan "delilik" anlamındaki cinne üç yerde, "Cin topluluğu" cân iki yerde, "yı­lan" beş yerde "Cin" anlamına gelmek­tedir. Yirmi iki yerde geçen Cin kelimesi de melek ve insan dışındaki üçüncü var­lık türü karşılığında  kullanılmıştır. Kuran’da Cin kelimesi toplam 43 ayette geçer. Cin kelimesi sözlük ve terim mânalarıyla çeşitli hadislerde de yer almaktadır. Cin’lerde tıpkı İnsan’lar gibi Allah’a kulluk etmeleri için dumansız bir alevden / zehirli ateşten (erken dönem maden eriyiğinde yaşayan Cin inancının benzer söylemidir) yaratılan, Müslüman ve kafirlerden oluşan, İslam öncesi dönemlerde peygamber gönderilerek uyarılan ve Hz.Muhammed'in temsil ettiği İslam dinine uymakla mükellef olan varlıklar olarak özetle tanımlanır. Cinlerden olan şeytan kötü Cinlerin ayrı bir sınıfıdır, her kötü Cin şeytan değildir, Yahudi, Hıristiyan ya da putperest Cinler olduğu gibi tamamen yoldan çıkıp şeytan olan Cinlerin dışında Müslüman Cinler dengeyi sağlarlar. İslamiyet’te Şeytan’ın Cin ya da Melek olduğu tartışmalıdır. Hz.Muhammed peygamber hem İnsan’ların hem de Cinler’in peygamberi olarak seçilmiş ve atanmıştır.

Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle. Sağlıcakla kalın!

Kaynaklar

Cevdet Kudret, Karagöz, Bilgi Yayınevi, 1968-1969-1970 İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu,Türk Dili Dergisi, Yıl:1969, Sayı:215 Metin And, Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu, İş Bankası Yay. Ankara. 1977 Metin And Geleneksel Türk Tiyatrosu Kukla,Karagöz,Ortaoyunu, Bilgi Yay. Ankara 1969 Nureddin Sevin, Türk Gölge Oyunu, M.E.B. İstanbul, 1968 Töre Enver. Türk Tiyatrosunun Kaynakları , 2009,Cilt 4, Ocak-Şubat, Kış